of that

  1. şunun
buna/ona gelince, hattâ, aslında.
He's shaking with cold; so am I, for that matter: O soğuktan
titriyor, aslında ben de öyleyim.
Ben bundan âlâsını bilirim.
ne var ki Noun
şeytana çarık giydirmek Verb
! Yeter artık!
üstelik, bu yetmiyormuş gibi, daha kötüsü, bir de …
I was late, and on the back of that the car broke
down: Geç kaldım, üstelik araba da bozuldu (Geç kaldığım yetmiyormuş gibi araba da bozuldu).
üstelik Adverb
! Acayip, kimin aklına gelirdi?
! Hayret, kimin aklına gelirdi?
(a)
İsk. aynı soyadlı, aynı aileden/soydan/memleketten.
Ross of that ilk = Ross of Ross. (b) aynı türden.
o cins ...
... konusu ... Adjective
kanaat getirmek Verb
(akşamdan kalma içki mahmurluğunu gideren) içki.
tahmin imce kırk kadar olmalı
… dikkate alındığında Adverb
O günler yine geldi çattı.
masum olduğunu ileri sürmek Verb
bilmem! bildiğime göre, (öyle) değil! Haberim/bilgim yok!
“Is he dead?” “Not that I know!” “Ölmüş
mü?” “Bilmem/haberim yok.”
bir içki âleminin ertesi günü mahmurluğunu gidermek için bir bardak daha içmek.
muayyen gün Noun, Biology
bu pek tepeden inme oldu
O iş bambaşka! O mesele başka! O da başka bir acayip durum!
argo Bu balık başka balık!
o mesele (tamamıyla) başka.
bu benim işim , seni ilgilendirmez
Seni ilgilendirmez. Sentence
Sana ne? Sentence
Seni alakadar etmez. Sentence
En güzel tarafı da bu zaten.
Basın özgürlüğünün topluma sağladığı faydalar Noun
tuhafı şu ki
Ne kadar para versen işe yaramaz; ikna olmam mümkün değil. Sentence
Ne kadar para versen boşuna; ikna olmam mümkün değil. Sentence
Ne kadar para versen ikna olmam. Sentence
Ne kadar para versen beyhude; ikna olmam mümkün değil. Sentence
bu gibi şeylerden hoşlanmak yız pek